“Vegas’ta Korku ve Nefret” ile sarkastik Amerikan karşıkültürü

Haberleri sarkastik bir dille anlatan, aktardığı haberlerin bizzat içine dahil olan ve bazen haberin konusu haline gelen deneyimlerin yazıldığı bir gazetecilik anlayışının bir örneği...

Vegas’ta Korku ve Nefret - Benicio Del Toro ve Johnny Depp
Vegas’ta Korku ve Nefret - Benicio Del Toro ve Johnny Depp

Hunter S. Thompson, genç yaştaki vandallık ve zararlı boyutlardaki uyuşturucu ve alkol kullanımlarından sonra defalarca tutuklandı; en sonunda hâkim ona ordu ya da hapis seçeneği sundu. Vahşetini özgür kalma pahasına otorite haline gelme yönünde kullanan genç Thompson, dünyaya karşı saldırganlaşan merakını bu iki zincirden birine bağladı. Hunter, kendini ezen güçten kaçmaya çalışmak yerine onu da gözlemledi. Sonuçta pozitif veya negatif kalmamıştı, her şey deneyimin bir parçasıydı. Bu periyot, eleştirel yönünün kuvvetlenmesinde önemli rol oynadı.

1958’deki erken tahliyesinden sonra başlayan gazetecilik hayatı zincirsiz ve seçeneklerle doluydu. Zincir altında olduğu dönem boyunca kafasında dönen her şey, bu özgür alanda kendine bir kurban aramış ve akabinde ironik tavrıyla, acı tatlı bir nostalji hissinin göbeğinde savaş sonrası birtakım tuhaflıklar deneyimlemekte olan Hunter S. Thompson, önemli bir karşıkültür ikonu haline gelmişti. Vegas’ta Korku ve Nefret ise tam olarak bu dönemin çocuğuydu.

Peki kitap ne hakkında?

Vegas’ta Korku ve Nefret, Vietnam savaşı sürerken ve başkan Nixon hala görevdeyken Thompson’ın Oscar Zeta ile yaptığı iki yolculuğun kurgulanmış halidir. Kitabın stres noktası ise, Amerika’nın 60’larda karşıkültüre verdiği sözlerin tutulmaması ve bunun yarattığı travmatik ortamda geleneksel gazeteciliğe başkaldıran ve bu kaosun karşısında duran gazeteci Raul Duke.

Kitap; Hunter’ın ortaya çıkardığı, haberleri sarkastik bir dille anlatan, aktardığı haberlerin bizzat içine dahil olan ve bazen haberin konusu haline gelen deneyimlerin yazıldığı bir gazetecilik anlayışının bir örneği… Thompson, Amerikan Rüyası ve Amerikan gerçekleri arasında kendini hikayeye kaptırdığı bir tür kurgusal realite içinde, tempolu ve bilinçli, tam gaz ilerliyor.

İki kısma ayrılan kitabın başında gazeteci Raul Duke ve avukatı Doktor Gonzo; üstü açık, kırmızı bir arabada, Duke’un bir motor yarışını yayınlayabilmesi için son sürat Las Vegas’a gidiyorlar. Yolculuk sırasında yanlarında taşıdıkları uyuşturucu dolu çantadan da tadım yapmayı ihmal etmiyorlar. Haliyle Doktor Gonzo, bu görevi batıran Duke ile Vegas’ın çarpık rüyalarla dolu şehrine uyuşturucu dolu bir kafayla atlıyor. Kestirilemez bir boşvermişlik içinde hikaye devam ediyor; otel odalarına dalıyor, arabalarını mahvedip kimse anlamadan ortadan tüyüyorlar.

(…) Vegas’taki her kuralı ihlal ettik. Yerel halkı tehdit, turistleri taciz ve çalışanları korkutmak…

Kitabın ikinci yarısı da ilk yarı kadar trajikomik ve manik bir yolda ilerliyor. Savaş sonrası stres bozukluğu, 60’ların tutulmamış sözleri, gerçekler karşısında transparan bir delilik yaşayan iki adam… Kanunsuzluğun değil, kanunun kokuştuğu bir toplumda tek suçun yakalanmak olabileceğini bağıran kitap, yazarın adı gibi okurunu avlıyor.

Okurken tatlı-acı denilen türden bir nostalji hissi yaşatan kitabın en ünlü paragraflarından biri;

60’ların ortasında San Francisco parçası olunacak çok özel bir zaman ve mekan deneyimiydi. Orada bize her ne yapıyorsak doğru yaptığımızı ve kazandığımızı fısıldayan inanılmaz ve bütüncül bir enerji vardı. Geride kalana ve kötüye karşı hissettiğimiz zafer duygusu… her şeyimizi ele geçirmişti. Tüm momentuma sahiptik; o büyük, inanılmaz dalganın doruklarında gidiyorduk. (…) Şimdi, beş yıldan kısa bir zaman içinde Las Vegas’ta bir tepeye tırmanıp, doğru gözlerle batıya baktığınızda, yükselen su izlerini görür gibi olursunuz; sonunda dalganın kırılıp geri yuvarlandığı yeri…

Kitabın, muhteşem bir filmi de çekildi üstelik, Terry Gilliam tarafından 2000 yılında. Raul Duke’u Johnny Depp, Dr. Gonzo’yu Benicio del Toro oynuyor. Filmi de kitabı gibi kült haline gelmiş çok başarılı bir yapım. Dehşet dolu bir heyecanla öneriyorum!