Yaratılışın, ünlü mitlerin, hatta materyal dünyanın en çekici ve görkemli betimlemelerini gördüğümüz, her bir elementinin kendine özgü varolduğu, sanat tarihinin en estetik ve ilham verici zamanı olarak kabul edilen Rönesans dönemi, eşi benzeri olmayan birçok sanatçıya önayak olmuştur.
Çıplak gözle bakıldığında en yalın imgelerin bile Rönesans sanatçılarının eline düştüğü vakit sanatseverlerin iliklerine kadar işleyen manzaralar yarattığını biliyoruz. Böylesine kutsanmış bir dönemin her sanatçısı zamansız hikayelerle karşımıza çıkarken, aralarından biri kişiliği ve yaşantısıyla bütün ilgiyi topluyor.
Bahsettiğimiz bu firari, Michelangelo Merisi da Caravaggio’dan başkası değil. Tarihi kayıtlar, Caravaggio’nun birden fazla suç ve illegal aktivite sebebiyle hakkında sayısız suç duyurusu olduğunu gösterirken, karanlık arka planların üstüne ustaca işlediği ışık-gölge kontrastlarıyla iç dünyasını resmetmiş diyebiliriz.
Roma’da bir arbedenin ardından cinayetle suçlanan Caravaggio ömrü boyunca Napoli, Malta ve Sicilya arasında seyahat edip sanatını sürdürmeye çalışsa da, kanun peşini hiçbir zaman bırakmıyor.
Savurgan özel hayatının getirilerini ve sonuçlarını eserlerindeki imgelerde de görmek mümkün. Da Vinci, Michelangelo veya Raphael gibi meslektaşları yeteneklerini kutsamak için İncil veya Üstün Anlatılardan ilham alırken, Caravaggio, Rönesans estetiğinin her zaman göz ardı ettiği soğuk gerçekliği eserlerine konu ediyor.
Tarihçiler, limanları sayesinde zamane Avrupa’sının ticaret merkezi haline gelen İtalya sokaklarında fuhuş veya kumar gibi illegal aktivitelerin oldukça popüler olduğunu söylerken, kanun kaçağı ressamımız eserleriyle bu iddiaların sağlamasını yapıyor.
Örneğin The Cardsharps (Oyunbazlar) tablosunda, İtalya sokaklarından iki oyunbazın, bir kurbanı nasıl pençeleri içerisine aldığını görüyoruz. Tablodaki kurbanın kendinden oldukça emin ve naif bir şekilde oyuna odaklandığı resmedilirken diğer yandan oyunbazlar kurdukları tezgahla oyunu çoktan kazanmış. Tablonun bu yüzeysel özetinin dışında genç oyunbazın yüzündeki tereddütün, tecrübesizliğin getirisi olduğunu anlıyoruz. Beden dilinin de oldukça gergin ve tezgâha henüz uyum sağlayabildiği aşikâr.
Başka bir deyişle, Oyunbazlar tablosu dönemin eserlerinde resmedilmeyen sosyal yapıyı ve insan doğasının fesatlığını tasvir etmeye hizmet ediyor, sokağa oldukça aşina olan ressamı sayesinde tabii. Son olarak, genç oyunbazın planların ters gitme ihtimaline karşı belinde taşıdığı hançer tablonun tam ortasında adeta bir çıkış yolu sunuyor. Oldukça masum gözüken bu ufak kumarın insan doğası gereği, bir fesat uğruna felakete dönüşmesi an meselesi.
Bu mükemmel tablonun her detayını sizlere anlatıp zihninizi bulandırmak istemiyoruz, bu nedenle tablonun yargılanmasını siz değerli okuyuculara bırakıyoruz.
Söylediklerimizin altını doldurmak adına, sizlerle başka bir şahesere göz atalım: The Fortune Teller (Falcı). Falcılığın tutarlılığının tartışıldığı bu günlerin aksine, Caravaggio geleceğin bir ölümlü tarafından yorumlanmasını tamamen dalavere olarak yorumlamıştı. Genç adamın gözlerinin içine bakarak gurur dolu bir tavırla üçkâğıdını sürdüren falcı, insan doğasına kendinden bir ayna tutuyor ve genç adamın hayallerini, beklentilerini yalnızca günün sonunu getirebilmek sömürüyor. Başka bir bakış açısıyla, Caravaggio hayranlarını yozlaşmış İtalyan gettosunda yaşanabilecek bu gibi dolandırıcılıklara karşı bilinçlendiriyor diyebiliriz.
İtalyan rönesansının göz ardı ettiği düzenbaz insan doğasını ve sokaklarını kendi tecrübelerinden yansıtan Caravaggio, öncülerinden biri olduğu ışık-gölge kontrastıyla bir nevi Rönesans ilhamlarının kutuplaşmış yüzünü ortaya çıkarıyor.
Bütün bunların ardından, aklımızda tek bir soru beliriyor: Firari bir hayat sürmek yerine bütün hayatını ve zamanını sanatına adasaydı bizlere nasıl tablolar bırakırdı?
Bireyin özünün, ilhamından ve sanatından asla koparılamayacağını daha önce birçok ünlü düşünürden duyduğumuz için Caravaggio’yu olduğu gibi kabulleniyoruz ve tabloların keyfini çıkarmaya karar veriyoruz.