Kitap, bir psikanaliz doktorunun önsözü ile başlıyor:
Hastamın özyaşam öyküsünü ondan intikam almak amacıyla yayımlıyor ve bu durum karşısında hayli öfkelenmesini umuyorum. Buna rağmen, tedaviye kaldığımız yerden devam etmesi şartıyla bu eserden elde edeceğim tüm geliri kendisiyle paylaşmaya hazır olduğumu da bilmesini istiyorum
Zeno, terapi gören yaşlı bir adamdır ve psikanalisti ondan terapi süresince anılarını bir kağıda yazmasını ister. Zeno, bu isteği her ne kadar saçma bulsa da oturup terapinin bir parçası olan bu eylemi gerçekleştirmeyi seçer. Ölüm-yaşam, hastalık-sağlık ve kendi sigara bağımlılığı hakkında yazmakla başlar… Bir sürü kadına yaptığı kur, yaşadığı yer olan Trieste’de var olan birinci dünya savaşından arta kalan çarpık düş dünyası… Zeno kendi tabiriyle şöyle diyor:
Hastalık bir inanç meselesidir ve ben de işte bu inançla doğdum…
Zeno yazmaya devam eder. Alaycı bir biçimde çocukluğuna kadar inen Zeno, sigara içme alışkanlığının da bu zamanlarda başladığını söyleyerek söze başlar ve bu hareketi babasından öğrendiğini… Sonrasında, hayatında olup biten her şeyi “içtiği son sigara” ile işaretlemeye başlar.
Bu sigara biter bitmez sigarayı bırakacağım!
Çünkü sigara içmeye devam etmek, babasına benzemesi anlamına gelir onun için.
Zeno’nun babası Silva’nın ölümü de üzerinde büyük bir etki bırakır. Ciddi bir adam olan Silva, konuşurken sürekli gülen Zeno, babasıyla pek de iyi geçinemediğini anlatır. Babası, öleceği gün Zeno’ya söyleyeceği çok önemli bir şey olduğunu fakat unuttuğunu söyler, hikayenin devamında babasının ölümüyle baş etmek zorunda kalan Zeno, babasının ölüm döşeğinde ona son gücüyle attığı tokadın etkisindedir.
Ölüm döşeğindeki hastayı rahatsız etmekten çekinircesine alçak sesle, kesik kesik nefes alıp vererek konuşuyordu. Ben de sesimi alçalttım. Bu, biz insanlara özgü bir saygı belirtisidir fakat kim bilir belki de ölüm döşeğindekiler, son anlarında kendileriyle yüksek sesle konuşulmasını istiyorlardır çünkü onlara hala hayatta olduklarını hatırlatıyorlardır seslerimiz.
Hastalık ve zaman motifleri üzerinde psikanalitik bir amaçla yürüyen anlatı, insan türünün dünya üzerindeki agresif ve bizar çabasından yakınıyor. Eugenio Montale, Svevo için, ‘İnsan ruhunun bilinmezliklerini Svevo’dan daha iyi açıklayan modern bir yazar yok’ diyor.
Akabinde kadınlarla olan ilişkilerini anlatmaya başlayan Zeno, kitabın anahtar rollerinden birini de Don Juancılığına veriyor:
Bir tanesiyle tatmin olmuyor, hepsini arzuluyordum!
Bu ilkel duyguyla delicesine boğuşan Zeno, evlendiğinde dahi bir metres ile ilişkisi olduğundan da uzun uzun söz ediyor. Yüksek libidosunun karşıtında hastalık takıntısı ve ölüm korkusu olduğunu düşünüyor ve tetikleyicisinin bu olduğu kanısına varıyoruz okurken..
Kitabın devamında yaşlılığından da dem vuran Zeno, bacanağı ve iş ortağı olan Guido’nun intiharı karşısında tuhaf bir tavır takınır, cenazesini kaçırır . Hatta yokluğunda köpeğini şöyle bir iteklemekten de hoşlandığını anlatmıştır öncesinde. Okuyucuya yaşlılığı karşısında yaşama karşı duyduğu bir tür kıskançlık olduğunu hissettirir. Zeno yalnızca ölümsüz olmayı değil, diğer insanlar artık ortalıkta olmadığında dahi varlığını sürdürmeyi arzulayan bir adamdır.
Talihsizlik bu ya, Guido’nun karısı Ada, ikizlere doğum yaptıktan hemen sonra Graves hastalığına yakalanır ve günden güne yok olmaya, yavaş yavaş ölüme doğru gider. Bu kısım Zeno’yu çok etkileyen bir diğer konuyu baz alır. Zeno, sağlığın ve yalnızca sağlığın çok önemli olduğu fikrine iyice bağlanır; çünkü Ada’yı güzelliğiyle anan Zeno hastalığın bu güzelliği de emip bitirdiğine şahit olmuştur. Güzellik de sağlığın bir belirtisidir yani…
Ayrıca Zeno’ya göre teknoloji doğal seçilimi engelleyen bir güçtür. Doğal yollarla ölümden kaçmaya çalışan her şey hastalıklıdır onun gözünde. Bu düşünce midesini bulandırır. Tüm insanlık hastadır. Tüm insanlık yaralıdır. Zeno onlardan biraz daha hasta ve biraz daha yaralıdır yalnızca. Üstelik kendine karşı da tehlikeli olduğu kanısındadır. Çünkü ne olursa olsun hep yeni olanın peşinden gitme arzusunu bastıramamıştır.
Din konusunda da eleştiri yapmaktan çekinmeyen yazar:
Augusta’nın ihtiyaç duyduğu dini öğrenmek ya da uygulamak için zaman harcamaya gerek yoktu. Bir diz çöktü mü, her şey olu biterdi! Hepsi buydu işte. Ben ise dine bambaşka bir anlam yüklüyordum. Gerçekten dindar bir insan olsaydım, hayatımda ondan başka hiçbir şeye yer kalmazdı.
Kitap, psikanalizden antropolojiye kadar uzanan geniş bir yelpazede inceleme yapıldığında dahi bitmeyecek dolulukta bir bilinci gözler önüne seriyor. 20 yüzyıl insanlarının ortak bilincinin itirafları olduğunu düşünmekten kendimi alamadığım kitap, mimetik mekanizmalarıyla okuyucuyu içine alıyor ve kendiyle beraber Zenon’un dünyasına sürüklüyor.
Hiçliğin, vahşetin ve kuralsızlığın bu kadar yumuşak bir şekilde dile gelişi insanı başkası tarafından kontrol edilen bir rüyanın kucağına bırakıyor.
Düşünceli karides: “Hayat çok güzel de, nereye oturduğumuza daima dikkat etmek gerek.
Çupra, dişçiye koşarak:
Hayat çok güzel de, leziz etlerinin ardında keskin bir metal parçası gizleyen o hain hayvancıkları ortadan kaldırmak gerek. Bir varmış bir yokmuş, prensin birine birçok pire musallat olmuş. Tanrılara yalvaran prens, üzerinde yalnızca bir pirenin bırakılmasını, geri kalanlarının ise diğer insanların üzerine salınmasını istemiş. Gel gelelim hiçbir pire, o korkunç adamın üzerinde tek başına kalmayı kabul etmeyince, prens de tüm pireleriyle kalakalmış.