Romagnol, François Thévenot’nun Guy de Maupassant’ın "Boule de suif" adlı öyküsü için ağaç baskı tekniğiyle yaptığı bir kompozisyondan. Paris, Armand Magnier, Collection des Dix (1897)

Kahraman fahişe

Maupassant, yokluğun da varlık kadar anlatacak hikayesi olduğunu gözler önüne seriyor

Edebiyatta ve yazım stilinde düz, berrak ve anlaşılabilir bir stile başvuran Fransız kısa öykü yazarı Guy de Maupassant, eserlerinde portresini kelimelere döktüğü çifte standartlı toplumları, derin kurgulanmış ironilerle eleştiriyor.

Guy De Maupassant, uzun zaman ve mekan betimlemeleri yerine zaman zaman insanların zihinlerinde yıkıcı etkiler bırakmış tarihi olayları referans alırken, zaman zaman da aslında o kadar da kelimelerini yormaya ihtiyaç duymadığı iki yüzlü insan doğasını ele alıyor.

Aranlılan cevabı, gidilmek istenilen veya beklenilen sonu sayfalarca arayan romanların aksine, Maupassant kısa öykülerine kabul edilmiş bazı ön koşullarla başlıyor.

Çizdiği oluşumlar genellikle güce tapan, iki yüzlü ve materyalist toplumlardan ibaret olurken, hikayeyi etrafına kurduğu protoganistler, bu yozlaşmış toplumların içinde hür iradesini koruyabilmiş insanlar olduğunu gösteriyor.

Ancak dürüstlüğü ve doğruyu reddedip hayatı yalnızca kendilerine uygun şekilde kesip biçen, çifte standartlarının altında ezilen bu toplumun içinde hala hür iradesiyle yaşamaya çalışan ana karakterler, elbet tabii sayısız buhranla karşı karşıya kalıyor.

Anlattıklarımızı betimlemek adına Maupassant’ın Fransa-Prusya savaşı sürecinde geçen kısa bir öyküsüne göz atalım. Boule de Suif veya Türkçesiyle Toparlak.

Hikayemizin ana karakteri Elisabeth Russel, veya takma adıyla Boule de Suif, kilolu olmasına rağmen erkeklerin ilgi odağı olan bir hayat kadını. İsminden de anlaşıldığı üzere, fazla kilolarından ötürü kendisine takılan bu tombalak lakabı, hayat kadını olarak ününü gözler önüne seriyor.

Olay örgüsünün temeli, bir grup aristokrat ve Elisabeth’in aynı at arabasında denk gelmeleriyle atılıyor. Prusya güçlerinin Roaen şehrine girmesinin ardından sivil halkı daha güvenli noktalara nakletmekle görevli olan bu araba, iyi kurgulanmış ironiler için oldukça uygun olanaklar barındırıyor.

Elisabeth’le aynı vagonu paylaşacağını öğrenen leydiler, hazımsızlıklarını vücut dillerine ve fısıltılarına dökmeden edemezken, şöhretinin farkında olan beyefendiler, akışı yönlendirmek adına, bir fahişenin anlayamayacağını düşündükleri konuları konuşmaya başlıyor; iş, para ve siyaset.

Maupassant’ın berrak ve öz anlatımı, dikte edilmese bile, Elisabeth’in bu davranışlara tepkisinden burnu havada aristokratlara karşı oldukça tecrübeli olduğunu, bu muameleyle sürekli karşı karşıya kaldığını resmediyor. Ukala ve burnu havada olan aristokratlar, yol boyu Elisabeth’in cömertliğinin, alçak gönüllülüğünün yüceliğine yalnızca sosyal statülerinin getirdiği olanaklarla karşılık verirken, bir fahişenin ellerine defalarca muhtaç hale geliyor.

Paul-Émile Boutigny, Guy de Maupassant’ın "Boule de suif" adlı öyküsünden esinlenilmiş yağlı boya tablo. Carcassonne Güzel Sanatlar Müzesi, Oda 06 (1884)
Paul-Émile Boutigny, Guy de Maupassant’ın “Boule de suif” adlı öyküsünden esinlenilmiş yağlı boya tablo. Carcassonne Güzel Sanatlar Müzesi, Oda 06 (1884)

Elisabeth zaman zaman yanında getirdiği yemeği, yolların meşakkatleri sebebiyle aç kalan aristokratlarla paylaşırken, maruz kaldığı tavırlara rağmen gösterdiği çeşitli cömertliklerle okuyucunun kalbini kazanıyor.

Maupassant’ın hikayede bıraktığı boşluklar, akıllara Derrida’nın Grammatology kitabında anlattığı teorisi, kurguda ve gerçeklikte varlık/yokluk ikilemini canlandırıyor. Bu teori, oldukça kapsamlı incelenmesi gereken önemli argümanlar bulundursa da, temelinde varlık ve yokluk ikilemlerine dikkatli incelediğimizde, yokluğun da varlık kadar anlatacak hikayesi olduğunu anlamak mümkün. Ne de olsa, varlık, hiçlikten gelir.

Maupassant nakışlarını attığı derinliklerde, Elisabeth’in tepkisizliğine, yani aristokrat muamelesi karşısında hiçliğine, varlığının üzerinde bir yüklem görevi veriyor. Kısa öykünün üstadlarından sayılan Maupassant, hikayedeki yokluğu protoganistinin özellikleri ve motivasyonu hakkında önemli bilgiler vermek için kullanıyor.

Hikayenin sonlarında, Elisabeth’in ününden haberi olan bir Prusya memuru, aristokratları taşıyan arabayı durdurur. Ardından, onları serbest bırakmak için yalnızca bir koşul koyar; Elisabeth’in kendisiyle birlikte olması. Yol boyu Elisabeth’i hor gören ancak cömertliğinin yanında ezilen aristokratlar, bir kez daha fahişenin ellerine düşer. Bu durum,  aristokratların hikayenin başından beri hor gördüğü mesleği birden onamak adına bildikleri bütün manipülasyon tekniklerini uygulamalarına sebep olur, hayat kadınlığı aniden saygıdeğer bir meslek haline gelir.

Toplumun temsilcisi olan bu aristokrat grubu, iki yüzlülüklerini ortaya çıkarır. Sizce Elisabeth, aristokratları kurtarmak adına, ismini bir kez daha kirletir mi?