Sayısız tabloya, şiire, diziye veya efsaneye ilham olan Orta Çağ şövalyeleri, hayatlarını birer keşiş gibi belli başlı ahlak kurallarına adayarak geçirirler. Bu ahlak kurallarının ünlü Orta Çağ metinlerinde oldukça net bir şekilde altı çizilir. “Chivalric virtues & codes” olarak bilinen bu ahlaki değerler, dilimize “Şövalye adabı & etiği” olarak çevrilebilir.
Bu kuralların arasında; saygı, onur, hoşgörü, cesaret, iffet ve sadakat bulunur. Fiziksel varlıklarının üzerindeki değerleri sembolize ettiklerinin farkında olan şövalyeler, bu değerleri çiğnemeleri halinde bütün unvanlarından arındırılıp sürgün hatta idam edilirler.
Orta Çağ sembolizminde şövalyelerin zırhlarında, kalkanlarında veya sancaklarında gördüğümüz beş, altı köşeli yıldızların her bir köşesi bu ahlak kurallarını temsil eder. Bu yıldızlar veya diğer köşeli semboller gerçek bir şövalye unvanı almış her savaşçıda görünür.
Peki, aşkın sillesini yiyen ama hala iffetini korumaya çalışan şövalye nasıl bir ikileme düşer? Aşkın da uğruna savaşılması gerektiğinin gayet tabii farkında olan mert savaşçılar, edebiyatta ve sinemada bolca gördüğümüz “yasak aşk” temasının ilk tohumlarını atarlar: “Courtly-Love” veya dilimizde Saray Aşkı.
Bu saray aşkı ilk kez eski Fransız Romantizminde görünür ve özneleri her zaman kendini şövalye adabına tamamen adamış, kahramanlık yazgısını tamamlamak için yollara düşen genç savaşçı ile varlıklı bir lordun leydi eşi arasında geçer. Şövalyelerin iffeti dışında, Orta Çağ leydileri de aynı şekilde iffetleri için yaşar ve ölür. Bu imkansız aşk çıkmazında aslında tartışılan konu iffetin ve adabın insanın en büyük şehvetine, tutkusuna karşı tutumudur ve bunu tartışmanın en iyi yolu da hayatlarını iffete adamış iki aşığı ele almak olabilir.
Sizleri Orta Çağ sembolizmine boğmadan makalemizin asıl konusuna geçelim, Efsane diyar Camelot’un çöküşü.
Camelot’da aynı şövalyeler gibi kendi benliğinin üzerinde öğretileri sembolize eder. Beşinci ve altıncı yüzyıllarda var olduğuna inanılan bu mistik diyar, Britanya efsanesi Kral Arthur’un ve ünlü yuvarlak masanın hüküm sürdüğü büyülü bir kaledir.
Efsanemizin temelini Camelot’un en ünlü soylularının aşk üçgeni oluşturur. Kral Arthur, Leydi Guinevere ve bilinen en ihtişamlı şövalye, Sör Lancelot. Efsane, yukarda bahsettiğim Saray Aşkı çizgisini izler ve Sör Lancelot’un yuvarlak masanın bir şövalyesi haline gelmesiyle başlar.
Artık büyülü diyarın bir parçası olan Lancelot, başarıları ve şövalye adabıyla herkesin sevgisini, takdirini toplar. Diyara verdiği hizmetlerin ardından Kral Arthur’la ilişkileri oldukça ilerler ve Lancelot yuvarlak masanın Baş Şövalyesi ilan edilir.
Bütün bu süreçte Lancelot’u şehvetle takip eden Leydi Guinevere, eşi Kral Arthur’a ihaneti asla göze alamadığı için Lancelot’a hiçbir şey belli etmez. Fakat Leydi Guinevere’nin bu arzusunun karşılıklı olması, Saray Aşkının başlangıç noktasıdır. Sadakatini ve hayatını Kral Arthur’a adayan Lancelot’da aynı şekilde ihanete asla cüret edemez. Bu nedenle, ikili arasında süregelen turnuvalar ve etkinliklerde imalı bakışmalar başlar. Zamanla, bu bakışmalar mektuplaşmaya dönüşür ve ikili birbirlerine ilanı aşk eder.
Kendi benliklerinin üzerinde temsil ettikleri değerlere ihanet etmenin farkındalığı, bu iki aşığı çok daha fazla cesaretlendirir ve yasak aşk tohumlarını atar. Yeni günahkar kimliklerini benimserler ve şehvetin doruklarına ulaşmak için yasak aşklarını sömürürler. İmkansızın var olması ve günahın kabul edilmesi bu ilişkiyi onlar için çok daha çekici bir hale getirir. Bu aşk, bir nevi Adem’e yasaklanan elmanın emsalidir ve yakında olacak felaketler insan doğasının şehveti nasıl ahlak, etiğe tercih ettiğinin illüstrasyonudur. İki günahkar, aşklarını doruklarına kadar yaşamaya başlar ve bütün Orta Çağ etiğini göz ardı ederler.
Efsanenin devamında, Kral Arthur’u tahtından etmek isteyen bazı Camelot soyluları, bir iç savaş çıkarmak için bu ilişkiyi krala rapor eder. İnanmak istemeyen Arthur, soyuların tavsiyesiyle eşi Guinevere’yi şövalyesi Lancelot ile yakalar. İdam edileceğini bilerek, bir diğer şövalye etiğini çiğneyen Lancelot, karşısına çıkan gardiyanları vahşice katleder ve Camelot’u terk eder. Ardından, Guinevere’nin yakılarak idam edileceğini öğrenmesi üzerine, yuvarlak masanın sadık şövalyelerinin bazılarından yardım ister. Camelot’un şövalyeleri krallarının mirasını korumak ve baş şövalyelerinin emirlerine uymak ikilemine düşer ve bu ayrılık, Camelot için sonun başlangıcı haline gelir.
Günahkar sevgilisini başarıyla kurtaran Lancelot, kendi kalesine çekilir. İhanetin getirdiği kalp kırıklığıyla hareket eden Kral Arthur, Lancelot’a savaş ilan eder ve bir zamanlar omuz omuza onur ve iffet için savaşmış şövalyeler bir günah uğruna birbirlerini katleder, Camelot düşer.
İnsan doğasının şehveti onura tercih etmesine günümüzde hala tanık olduğumuz için, ne uğruna çabaladığımız kafamızı oldukça karıştırıyor. Bir yandan ahlaki zincirlerini kırıp aşkı için büyük savaşlar verirken, diğer yandan ihanetiyle efsanevi diyarın çöküşüne sebep olan Lancelot, hikayenin sonunda yaptığı her şeyden pişmanlık duyuyor.
Günahkar insanoğlunun çok iyi bir betimlemesini yapan Camelot efsanesi, Karanlık Çağ’dan Teknoloji Çağına kadar insan doğasının hiç değişmediğini anlamamıza yardımcı oluyor. Yasaklanan şehvetin tadı her çağda ve her yerde bizlere oldukça ilgi çekici geliyor.