Cannes 2025’te Altın Palmiye Jafar Panahi’nin

İran’dan Şili’ye, Filistin'den Brezilya’ya uzanan hikâyelerle 78. Cannes Film Festivali, bir dönemin ruhunu daha beyaz perde üzerinden kayda geçirdi. İranlı yönetmen Jafar Panahi, ev hapsi sonrası, yıllar sonra döndüğü festival sahnesinden ödülle ayrıldı

13–24 Mayıs 2025 tarihleri arasında düzenlenen 78. Cannes Film Festivali, yılın öne çıkan filmleriyle beraber politik hafıza, kuir anlatılar, kadınlık deneyimi ve post-kolonyal kimlik gibi temalarla örülü çok katmanlı bir sinema coğrafyasını sinemaseverlere sundu. İranlı yönetmen Jafar Panahi’nin gizli bir şekilde çektiği It Was Just an Accident ile Altın Palmiye’ye uzandığı festivalde, farklı coğrafyalardan yapımlar sinemanın evrensel anlatı gücünü ortaya koydu. Türkiye yapımı bir film bu yıl resmi seçkide yer almasa da, Türk sineması endüstri platformunda varlık gösterdi.

Festivalin ilk gününden itibaren yoğun bir programla ilerleyen gösterimler, hem ana yarışma hem de yan bölümlerde sunulan filmlerle eleştirmenlerden tam not aldı. Cannes’ın geleneksel gösterim salonu Palais des Festivals, bu yıl da ayakta alkışlarla yankılandı.

Grand Théâtre Lumière'de gerçekleşen 78. Cannes Film Festivali Kapanış Seremonisi. Görsel: Antonin Thuillier, AFP
Grand Théâtre Lumière’de gerçekleşen 78. Cannes Film Festivali Kapanış Seremonisi. Görsel: Antonin Thuillier, AFP

Kapanış töreninden yalnızca birkaç saat önce yaşanan bölgesel elektrik kesintisi, festivalin neredeyse durmasına sebep olacaktı. Ancak organizasyon ekibinin alternatif enerji sistemleriyle hazırlıklı olması sayesinde Palais’deki törenler ve gösterimler planlandığı gibi devam etti.

Geçtiğimiz yıllarda Oscar sezonunun başlangıcı olarak görülmeyen Cannes, artık bu algıyı da geride bırakmış durumda. Son iki yılda festivalde prömiyer yapan yapımların Oscar’da En İyi Film dahil olmak üzere birçok önemli kategoride adaylık alması, Cannes’ı yeniden stratejik bir endüstri durağına dönüştürdü. 2025 seçkisi, önceki yıla göre daha fazla İngilizce dışı yapımlara odaklansa da, bu yeni küresel dil çoktan Akademi’nin radarına girmiş durumda.

Cannes 2025’in ödülleri politika ve estetik arasında bölündü

Cannes Film Festivali’nin ana yarışma jürisine bu yıl Fransız oyuncu Juliette Binoche başkanlık etti. Jüri üyelerinin değerlendirme ölçütleri yalnızca sinemasal beceriyle sınırlı kalmadı; ödül dağılımı, dünya genelinde süregelen sosyal kırılmalar, tarihsel travmalar ve etik sorularla doğrudan temas eden filmleri öne çıkardı. Travma sonrası iyileşme, otoriter rejimlerle hesaplaşma, kadınlık deneyimi, kuir bedenler ve nesiller arası aktarım bu yılki seçkide belirgin tematik damarlar olarak öne çıktı.

Joachim Trier, "Sentimental Value" filmi ile aldığı Grand Prix (Büyük Ödül) sonrası fotoğraf çekiminde. Görsel: Bertrand Guay, AFP
Joachim Trier, “Sentimental Value” filmi ile aldığı Grand Prix (Büyük Ödül) sonrası fotoğraf çekiminde. Görsel: Bertrand Guay, AFP

Norveçli yönetmen Joachim Trier’in yönettiği Sentimental Value, bu yıl Cannes’da Grand Prix (Büyük Ödül) ile onurlandırıldı. Annelerinin ölümünden sonra uzun süredir görüşmedikleri babalarıyla yüzleşen iki kız kardeşin hikâyesi üzerinden ailevi bağların nasıl kesiştiğini sorgulayan film, Trier’in kendi sinema mirasını kişisel bir anlatıyla harmanladığı bir yapı kurdu. İngilizce sahnelerin varlığı ve Stellan Skarsgård ile Renate Reinsve’in performansları sayesinde film, uluslararası izleyiciye açık hale gelirken, sinema üzerine sinema yapan yapısıyla eleştirmenlerin övgüsünü topladı.

Jüri Ödülü bu yıl iki filme birden verildi. Fas çölünde geçen Oliver Laxe imzalı Sirât, rave kültürüyle temas eden baba-oğul anlatısını mistik bir yolculuk biçiminde yeniden kurarken; Almanya kırsalında geçen Mascha Schilinski filmi Sound of Falling, dört farklı kadının aynı mekânda yaşadığı deneyimleri dönemler arası bir geçiş mantığıyla iç içe geçirdi. Her iki film de mekânın belleği, kaybolma duygusu ve modern dünyada köksüzlük temaları üzerinden farklı ama tamamlayıcı estetikler sundu.

Kleber Mendonça Filho, The Secret Agent ile En İyi Yönetmen ödülünü kazandı. Film, Brezilya’nın askeri rejim döneminde Recife Karnavalı’na sığınmaya çalışan bir adamın hikâyesi aracılığıyla politik hafızayla yüzleşen, gerilim türü içinde kurulan bir anlatıydı. Mendonça Filho, festivalde yaptığı açıklamada, “Brezilya derin bir bölünmüşlük yaşıyor. Umarım bu film herkesle konuşabilir” sözleriyle, sinemasının yerel-toplumsal bağlamına da işaret etti. Aynı filmdeki Marcelo rolüyle Wagner Moura, En İyi Erkek Oyuncu ödülüne layık görüldü.

Kadın oyuncu kategorisinde Fransız yapımı The Little Sister filminde Fatima karakterine hayat veren Nadia Melliti öne çıktı. Göçmen kimliğiyle Paris’te üniversiteye başlayan genç bir kadının kendi cinsel yönelimi ve ailesine karşı sorumlulukları arasında sıkışmışlığını oynayan Melliti, filmdeki iç çatışmayı büyük bir doğallıkla yansıttı.

Senaryo Ödülü ise Luc ve Jean-Pierre Dardenne kardeşlerin Young Mothers filmine verildi. Genç anneler ve çocuklarının birlikte yaşadığı bir sığınma evinde geçen hikâye, karakteristik Dardenne estetiğiyle sosyal hizmet sistemine dair güçlü ve sade bir eleştiri sundu.

Jafar Panahi'nin "It Was Just an Accident" filmi. Görsel: MK2 Films
Jafar Panahi’nin “It Was Just an Accident” filmi. Görsel: MK2 Films

Jafar Panahi: Bir ülkenin hafızasını “gizlice” kaydetti

Festivalin en çok konuşulan anı, Jafar Panahi’nin Altın Palmiye’yi kazanması değil, bu ödülü yıllar sonra ilk kez fiziksel olarak katıldığı festivalde almasıydı. İran’da ev hapsi, seyahat yasağı ve sansürle geçen bir on yılı aşkın sürenin ardından Panahi, It Was Just an Accident filmiyle yalnızca estetik bir başarı değil, etik bir duruş da sergiledi. Lumière sahnesinde ayakta alkışlarla karşılanan yönetmen, konuşmasında ülkesindeki özgürlük mücadelesine açık bir gönderme yaptı:

Tüm sorunları, tüm farklılıkları bir kenara bırakalım; şu anda en önemli şey ülkemiz ve onun özgürlüğü.

Panahi’nin ifadesine göre film, İranlı bir çiftin kaza sonrası yollarının kesiştiği gizemli bir adam üzerinden gelişen bir gerilim anlatısı. Ancak bu yapı, yüzeydeki olayların ötesinde, geçmişte işkence görmüş bireylerin adalet arayışı, kimlik sorgulaması ve travma sonrası etik sınavlarına dair bir metafora dönüşüyor. Filmdeki karakterlerin, geçmişle olan hesaplaşması kadar, bugünün baskılarına verdikleri refleksler de ön planda.

Jafar Panahi, "It Was Just an Accident" filmi ile Kapanış Seremonisi'nde Altın Palmiye'yi kabul ediyor. Görsel: Sameer Al-Doumy, AFP
Jafar Panahi, “It Was Just an Accident” filmi ile Kapanış Seremonisi’nde Altın Palmiye’yi kabul ediyor. Görsel: Sameer Al-Doumy, AFP

Yönetmen, kurgu sürecinde cezaevinde birlikte zaman geçirdiği arkadaşlarının yüzlerini hatırladığını ve onların anısını filmle yaşatmak istediğini belirtti:

O gün biz hapisteydik, ama dışarıda halk sokaklardaydı. Ben o an onlar adına mutlu oldum.

Panahi’nin filmi teknik olarak da dikkat çekici: büyük bölümü sabit kameralı, dar alanlarda geçen anlatı, gerilim unsurunu sade bir görsellikle kurarken, İran’daki yönetmenlerin son yıllarda geliştirdiği mekânsal sinema anlayışının yeni bir örneğini sunuyor.

It Was Just an Accident, Altın Palmiye’yi kazanan son beş film gibi Neon tarafından dağıtılacak. Şirketin önceki ödül sahipleriyle Oscar yolunda kurduğu stratejik başarı, bu yıl da Panahi için yeni bir ihtimali gündeme getiriyor. Ancak bu kez mesele yalnızca bir ödül kampanyası değil. Cannes’daki her alkış, Panahi’nin temsil ettiği “yasaklı ama susmayan sinema”nın evrensel değerini yeniden görünür kıldı.

Panahi, özgürlüğün yalnızca politik bir talep değil, sinemanın da temel koşulu olduğunu bir kez daha hatırlattı. Ve sahneden ayrılırken şu cümleyi kurdu:

Sinemayı kimse sınırlayamaz. O, topluma aittir.

Genç sesler ve yeni biçimler

Belirli Bir Bakış (Un Certain Regard) bölümü bu yıl da biçimsel cesareti, politik hassasiyeti ve yeni ifade biçimlerini ön plana çıkaran filmlerle öne çıktı. Bu bölümde öne çıkan filmlerin çoğu, queer kimlikler, post-kolonyal ilişkiler, sınıfsal sıkışmalar ve sessiz toplulukların gündelik hayatları üzerine kurulu anlatılar sundu. Seçkide dikkat çeken yapımlar, yalnızca taşıdıkları mesajlarla değil, bu mesajları taşıma biçimleriyle de festivalin ana yarışmasını tamamlayıcı nitelikteydi.

Bölümün büyük ödülü olan En İyi Film, Şilili yönetmen Diego Céspedes’in yazıp yönettiği The Mysterious Gaze of the Flamingo filmine verildi. 1980’ler Şili’sinde bir maden kasabasında geçen ve queer bir topluluğun maruz kaldığı ayrımcılığı küçük Lidia’nın gözünden aktaran film, AIDS benzeri bir söylentinin yayılmasıyla birlikte şekillenen cehalet ve paranoya ortamını büyülü bir gerçekçilik aracılığıyla işledi.

Diego Céspedes'nin "The Mysterious Gaze of the Flamingo" filmi. Görsel: Charade Films
Diego Céspedes’nin “The Mysterious Gaze of the Flamingo” filmi. Görsel: Charade Films

Jüri Ödülü’nü kazanan Kolombiya yapımı A Poet, unutulmuş bir erkek şairle genç bir kız arasında geçen hiyerarşik ama çelişkili bir mentor-öğrenci ilişkisi üzerinden, edebiyat dünyasındaki görünmez iktidarları sorguladı. Simón Mesa Soto’nun yönetmenliğini üstlendiği yapım, hem başarısızlık fikrini hem de yaratıcı alanlardaki gölgede kalma hissini mizah ile harmanlayan bir bakış sundu.

Filistinli Tarzan & Arab Nasser kardeşlerin Once Upon a Time in Gaza filmi, bölümün En İyi Yönetmen ödülünü kazandı. Ambargo altındaki Gazze’de falafel teslimatı yapan iki gencin suçla ve yozlaşmayla temasını anlatan film, absürd komediyle trajediyi birleştiren yerel ama evrensel bir anlatı kurdu.

Pedro Pinho’nun yönettiği I Only Rest in the Storm filmindeki Diára rolüyle Cleo Diára, post-kolonyal kimlik ve çevresel sömürüye dair yoğun bir duygusal yük taşıyan bir karakteri canlandırarak En İyi Kadın Oyuncu ödülüne layık görüldü. Performansı, beden politikası ile coğrafi aidiyetin kesişiminde yer alan Diára karakterini yalnızca temsil etmekle kalmadı; aynı zamanda taşıdı.

İngiliz aktör Frank Dillane, Harris Dickinson’un Urchin filmindeki kırılgan ve dışlanmış karakter yorumu sayesinde En İyi Erkek Oyuncu ödülünü kazandı. Sistemin dışında kalmış bireylerin görünmezliğini temsil eden performansı, izleyiciye doğrudan temas etti.

En İyi Senaryo ödülü, İngiliz yönetmen Harry Lighton’ın Pillion filmine verildi. Adam Mars-Jones’un Box Hill romanından uyarlanan film, 1970’lerin homofobik atmosferinde, bir motosiklet kulübü aracılığıyla queer bir alt kültürle tanışan gencin duygu yüklü hikâyesini anlatıyordu.

İlk adımlar ve kısa anlatılar

2025 Cannes Film Festivali’nin kısa film ve ilk film bölümleri, sinemanın geleceğine dair fikir vermesi açısından her yıl ayrı bir önem taşıyor. Bu bölümler, yalnızca yeni sesleri keşfetmekle kalmıyor; aynı zamanda mevcut sinema anlayışlarının hangi eksenlerde dönüştüğünü de gösteriyor. 2025 seçkisi, özellikle çatışma bölgelerinden çıkan filmler, toplumsal sessizlikler ve çocukluk hafızasına odaklanan yapımlarla bu dönüşümün izlerini belirgin şekilde sundu.

Kısa Film Altın Palmiye’si bu yıl Filistinli oyuncu ve yönetmen Tawfeek Barhom’un yönettiği I’m Glad You’re Dead Now filmine verildi. Aile içi travmayı kolektif bir hafıza zemininde işleyen film, hem anlatı yoğunluğu hem de görsel diliyle dikkat çekti. Barhom, ödül konuşmasında bu kısa filmi doğrudan politik bir jest olarak tanımladı ve “Bu ödül, Filistin’de barış için. Nefret yaymayı bırakalım. Önce kurban değil, insanız.” sözleriyle izleyiciden büyük alkış aldı.

78. Cannes Film Festivali'nin jüri ve kazananları. Görsel: Jean-Louis Hupe, FDC
78. Cannes Film Festivali’nin jüri ve kazananları. Görsel: Jean-Louis Hupe, FDC

Aynı kategoride Özel Mansiyon alan Ali, Bangladeşli yönetmen Adnan Al Rajeev’in sessizleştirilmiş bireyler üzerine kurduğu kısa ama çarpıcı bir anlatıydı. Rajeev, bu filmi “sesi bastırılmış herkese adanmış bir çağrı” olarak tanımladı. Film, kısa süresine rağmen izleyicide derin bir yankı bırakmayı başardı.

İlk uzun metraj filmlere verilen Caméra d’Or ödülü, Iraklı yönetmen Hasan Hadi’nin The President’s Cake filmine verildi. Saddam dönemi Irak’ında, 9 yaşındaki bir çocuğun devlet başkanına doğum günü pastası ulaştırma görevini absürd bir anlatı biçiminde kuran film, otorite ve korku ilişkisini çocuğun gözünden aktarıyordu. Film, aynı zamanda Irak sinemasının uluslararası görünürlüğü açısından tarihi bir dönüm noktası oldu. Hadi, ödül sonrası yaptığı açıklamada, “Irak’ta yeni yeni gelişen bir sektörüz ama gelecekten umutluyum.” diyerek genç yönetmenlere ilham verdi.

Bu kategoride Özel Mansiyon, Nijeryalı yönetmen Akinola Davies Jr.’ın My Father’s Shadow filmine gitti. Film, çocukluk anıları ve aile içi gölgeler üzerinden, politik yargıların henüz ulaşmadığı bir bakış açısı önerdi. Davies Jr., çocukların dünyayı daha nesnel görme yetisine sahip olduklarını vurguladı.

Belgesel sinema alanında verilen L’Œil d’Or (Altın Göz) ödülü ise İranlı yönetmen Sepideh Farsi’nin yönettiği animasyon belgesel The Siren’e verildi. İran-Irak Savaşı sırasında Abadan’da geçen film, savaşın yıkıcılığını bir çocuğun gözünden, animasyonun yaratıcı imkanlarıyla yeniden kurdu. Film, yalnızca belgesel estetiği açısından değil, biçimsel cesaretiyle de öne çıktı.