Gotik öykü denilince akla gelen ilk isimlerden biri olan Edgar Allan Poe, Gammaz Yürek adlı öyküsünde ana karakterin, ak gözünden rahatsız olduğu yaşlı bir adamı öldürüşünü konu alıyor. Öykü boyunca tekrarlanan kelimeler, atmosferin düzenli olarak artan yoğunluğu ve sürekli kendini onaylama ihtiyacı duyan monologlarlarıyla yazar okuyucuyu karakterin çarpık, yamuk bakıştı duygu dünyasına çekiyor.
Ses tabakası
Gammaz Yürek öyküsü 163 cümleden oluşur. Bu 163 cümlede 7 kere deli kelimesi tekrar edilmiş ve zıtlık oluşturmak amacıyla 3 kere akıllı 4 kere zeki kelimesi kullanılmıştır. Metinde 12 kere geçen göz kelimesi, karakterin saplantısını vurgulamakla görevlidir. Bunlar öykünün ritmini güçlendirmiştir. Metinde “pamuklu bir kumaşa sarılmış bir cep saatinin sesi” tamlaması öykünün sonuna kanca atmak için yerleştirilmiş bir diğer ritim unsurudur. Tıpkı öykünün sonuna doğru hezeyanı kuvvetlendirmek için bir gong sesi görevi gören “Çünkü korkacak neyim vardı ki?” cümlesi gibi…
Poe, yinelemeler ve ironi kullanarak metne derinlik kazandırır. Tüm bu çalışmaların matematiksel bir düzenle yapılmış olması da daha farklı bir ironi katmanı oluşturur.
Anlam tabakası
Gammaz Yürek öyküsünü cümleler halinde incelemeden önce öyküde öne çıkan kelimelerin temel anlamları şöyle verilebilir:
Alçak: Bile bile en kötü davranışlarda bulunan
Boğuk: Kısılmış Ses
Deli: Aklını yitirmiş olan, akli dengesi bozulmuş olan
Duyu: İnsanların ve hayvanların, dış dünyanın uyaranlarını görme, işitme, koklama, dokunma ve tatma organlarıyla algılama yeteneği
Gammaz: İspiyoncu
Göz: Görme organı
İhtiyar: Yaşlı, kocamış olan, pîr
Keskin: Tiz (ses), İyi Kesen
Ölüm: Bir insan, bir hayvan veya bitkide hayatın tam ve kesin olarak sona ermesi
Usulca: Yavaş, sessiz bir biçimde
Yükselmek: Artmak, Çoğalmak
Nesne/obje tabakası:
Semantik tabakanın üzerinde nesne ya da obje tabakası gelir. (Tunalı, 2002: 114)
“Nesne ve objeler” metnin irreel varlık alanını oluşturur. Bu açıdan öyküye bakıldığında altı görüntünün dikkat çektiği görülür.
Birinci bölümde karakter başka bir sesi yanıtlar gibi “Evet!” der ve olayın başlangıcı olan zihinsel sürecini açıklar. Bu süreci açıklarken sıklıkla kendinin deli değil çok zeki ve keskin duyulara sahip biri olduğunu vurgular.
Devamında İhtiyar’ı öldürme fikrinin aklına nereden girdiğini bilmediğini belirtirken psikolojik bir düzensizliğe dikkat çeker.
İkinci bölüm, planın kurgusu ve işleyici aktarılır. Her gün İhtiyar’ı izlemeye giden karakter’in kendi yöntemlerini ve planın kusursuzluğunu doğrulamak istemesi üzerine anlatım devam eder.Bu sahnede dikkat çekici olan şeyler: kapı, fener ve zifiri karanlıkta uyuyan ihtiyardır. Avını izleyen avcı titizliğiyle ilerleyen karakter, üçüncü bölümde bizi İhtiyarın seslenişi ile tetikler “Kim var orada?”
Bu bölümde yaşlı adamın korkusu ve bekleyişi ile empati kuran karakter, iniltinin korkunçluğuyla kendinin gece vakti uyanıklığını yan yana getirir. Böylece okuyucu, önceden nesne gibi gördüğü maktul ile duygusal bir yakınlık kurmuştur. Okuyucuda gerçekleşen gerilim duygusu bu bölümün uzatılmasıyla ritmik hale getirilir. Belli bir düzeyde gerilime alıştırılmak istenen okuyucu, karakterin ara sıra dönüp onunla konuşmasıyla karakteri taklit etmeye, empati kurmaya başlar. Böylece merak duygusu artar. Okuyucu oltaya düşmüştür.
Dördüncü bölüm, İhtiyar’ın öldürülmesiyle çarpıcı bir hale geliyor. Kusursuz planlamasıyla karakter cesedi parçalayışını ve ardından onu döşeme doğramalarının arasına yerleştirdiğini anlatıyor. Dördüncü bölümün sonunda saatin dört olduğunu vurgulayan karakter, akşamüzeri bir saatin ve polis memurlarının geldiğini anlatıyor. Akşamüstü havasının naif tedirgin hali kapının eşiğinde bekliyor.
Beşinci bölümde, herkesçe bilinen bir hatayı iki kere tekrarlayan katil, kötü şansı uyandırmak ister gibi “Korkacak neyim vardı ki?” diye soruyor. Okuyucu bu tedirginliği kapar kapmaz sayfa dönüyor. Polisleri ikna edebilmesi ve planın kusursuzluğu yineleniyor.
Altıncı bölümde, artmaya, yükselmeye başlayan çınlamalar karakteri zorlamaya başlıyor. Kendi hezeyanına şahit olan “zeki” bilinç planı kusursuz işletmekte geri kalıyor. Polislerin kahkahaları ve sohbetleri odayı doldururken, suçlunun inleyişi ve haykırışıyla kurulan kontrast en sonunda bu alaya dayanamayan ev sahibini suçunu itirafa zorluyor. Ve döşeme tahtaları öyküyü kapı gibi kapatıyor.
Karakter tabakası
İrreel varlık alanında yer alan karakter tabakasında söz konusu olan kişilerin eylem ve davranışları değil, onun arka planında bulunan ruhî tavır ve karakterlerdir (Tunalı, 2012: 115)
Gammaz Yürek öyküsü, tıpkı Dostoyevski’nin “Uysal Bir Kız” öyküsünde yaptığı gibi bir cevapla ve aralıksız detaylarla başlar. Bu anksiyetik hal bir suçlunun izlerinin üzerinden tekrar geçmek ve emin olmak isteğiyle ilintilidir. Karakter sıklıkla kendi yavaş hareketlerinden ve stratejilerinden bahseder. Her detayı incelikle anlatması bir yandan kendini onaylamak diğer yandan da onaylatmak için vardır. Bir deli olmadığını, aksine çok zeki olduğunu kanıtlamak için anlatmaya koyulur. Hiç değilse, o, sıradan bir deli değildir.
Kendini rahatsız eden ‘üstü zarla kaplı, soluk mavi göz’ algılarında bir iğneleme oluşturuyor ve onu yok etmek istenciyle doluyor. Çünkü durağan ve donuk olan, titreşen ve akışkan olanın karşısında kalıyor. Bunu dönemin edebiyat algısına bir eleştiri ya da varlığın kavranamayan doğallığına karşı bir saldırı olarak görebiliriz. Ancak ben tüm bu öyküyü okurken, karaktere paranoid şizofreni tanısı koymaktan da kendimi alamadım.
Bu öyküde de, ana karakterin keskinleşmiş duyularına dikkat çekilerek metne giriliyor. Sonrasında bu keskin duyuların ve hezeyanlı zihinsel etkinliğin delilikle değil aslında kontrol altına tutulabilen bir zekayla alakalı olduğu vurgulanıyor. Karakter sürekli kendi kendine sorular sorup, nereden geldiğini anlamadığı cevaplar alıyor.
İhtiyar’ın normale uymayan soluk gözü, karaktere kendisinde olan ancak görünmeyen bir kusuru hatırlatıyor. Bu yüzden fırsat buldukça nefretinin ve öfkesinin ihtiyara değil o kem gözüne olduğunu söylüyor.
Hâlâ yatakta doğrulmuş duruyor, dinliyordu. Tıpkı benim geceler boyunca, ölüm saatlerinin duvardan gelen seslerini dinlediğim gibi…
Karakter sesler duyduğundan ikinci kere söz ediyor. İlkin öykünün başında verilen “(…)cennetteki her şeyi duyuyordum. Cehennemden gelen pek çok sesi de duydum” anlatımına dikkat çekiyor. Cennet ve cehennemi duyabilmesi, ölümü duyabilmesi paranoidin özel hissetmesine sebep oluyor.
İhtiyarla ilerleyen paragrafta kurduğu empati, duyma yeteneği ve duyularının keskinliğine çekilen bir dikkatten sonra İhtiyar’ın ispiyoncu kalbini buluyor.
Şimdi alçak, boğuk, tez bir ses duymaya başlamıştım. Pamuklu kumaşa sarılmış bir cep saatinin sesine benziyordu. Bu sesi de çok iyi tanıyordum.
“Bu sesi de çok iyi tanıyordum…” cümlesinden sonra istemsiz, ölüm saatleri/yaşlı adamın kalbi olan cep saati sesi yaşlı adamın öldürülmek istenmeyen parçası parlak gözü/ donuk gözü kontrastı ortaya çıkıyor…
Ölüm takıntısı olan, paranoid şizofreni belirtileri gösteren karakter hezeyanlarına, halüsinasyonlarına ve yükselen iniltisine dayanabilirken bunun üç otorite figürü tarafından alaya alındığı fikrine dayanamıyor. Hastalığının ve suçlu psikolojisinin getirdiği bir diğer yansıma olarak, takip edildiğini, ifşa olduğunu sanıyor.
Kendi içinde bir ikilik taşıyan karakteri bir hayli rahatsız eden ölüm aslında ihtiyarın donuk gözünden ona çarpıyor. Ölümü öldürmek fikriyle yola düşen karakter, ölümü anlamak karşısındaki çaresizliğinden ötürü, ölüm olarak sembolize ettiği donuk gözü yok etse bile kalbin sesini duymaya devam ediyor. Ve bu ses, ona güçsüzlüğü hatırlatıyor. Ölümün ve yaşamın sesinin de saat seslerine benzetilmesi manidar oluyor böylece. Yoksa karakterin en büyük güçsüzlüğü zaman mı?
Ancak yaşamı yok etmenin imkansızlığıyla öykünün sonuna kadar cebelleşen karakter bu acı duygusuyla alay edilmesindense hapis kalmayı tercih ediyor. Ve itirafta bulunuyor
Alın yazısı/kader tabakası
Ölüm ve yaşam belli bir ölçüde ulaşılmazdır. Çünkü ölümü ve yaşamı var etme eylemi kendi içinde bir anlamamazlık barındırır. Bu anlamayışın temelinde zaman vardır. Yaşam ancak yaşanılarak veya gözlemlenerek var olmaz, yaşam insanın dışında da yaşar, zamanın uzağında da.
Ölüm ancak yaşanılarak veya gözlemlenerek var olmaz, ölüm insanın dışında da yaşar, zamanın uzağında da.
Zamanın uzağında olmanın nasıl bir varlığa ev sahipliği yapabileceğini aklımız almıyor. Her ne kadar zifiri karanlığa gömülsek de, saklanmaya ve yaşamı alt etmeye çalışsak da o hep tam ayağımızın altında bir suçlu adını bağırır gibi adımızı bağırıyor. Saat gibi…
İspiyoncu,
Gammaz Yürek!