Türkçe çeviri edebiyatıyla ilgilenenler Drakula’nın “millileştirilmiş” çevirisine ya da daha doğru (ama çeviribilimsel açıdan tartışmalı) bir ifadeyle uyarlamasına yabancı değildir. Ali Rıza Seyfi’nin ilk olarak Osmanlı alfabesiyle 1928’de, daha sonra ise Latin alfabesiyle 1946’da yayımlanan Kazıklı Voyvoda adlı romanı, Drakula’yı İstanbul’a taşımakla kalmaz, okurda Benedict Anderson’ın deyimiyle, bir hayali cemaate bağlılık oluşturma amacını da güder. Hatta bu amaca o kadar bağlıdır ki, İngilizce bir eserin çevirisi olarak değil, Seyfi’nin yazdığı özgün bir roman olarak tanıtılır ve bu algıyı yıllarca korur.
Neyse ki Drakula bu yeniden yazımlara yabancı bir eser değildir. Tam tersine Drakula’nın bilinen ikinci çevirisi olan İsveççe Mörkrets Makter, bilinen ilk çeviri olan ve orijinaline neredeyse kelimesi kelimesine bağlı Macarca versiyonunun aksine, farklı karakterlere ve olay örgüsüne sahiptir. Ancak, bu yeniden yazımların en ilgi çekici olanı hiç süphesiz, yayımlanmasından neredeyse bir asır sonra keşfedilen ve keşfinden ancak 30 yıl sonra Bram Stoker’ın Drakula’sından farklı olduğu anlaşılan İzlandaca “çeviri” Makt Myrkranna, Türkçesi’yle Karanlığın Güçleri’dir.
Drakula’dan yalnızca üç yıl sonra yayımlanan Karanlığın Güçleri, çevirmeni Valdimar Asmundsson’un elinde bambaşka ve hatta uyarlamayı İngilizce’ye çeviren Hans Corneel de Roos’a göre “daha heyecan verici ve mükemmel” bir hikayeye dönüşür. Drakula İngilizce edebiyat kanonunun en bilinen eserlerinden biri olsa da, uzun ve dolambaçlı anlatımı ve Viktorya Dönemi’nin bir ürünü olan tutucu ve bastırılmış ahlaki duruşuyla gotik edebiyat sevenler için bile yavan bir okuma olabilir. Orijinalinin aksine Karanlığın Güçleri ise dolambaçlı anlatımdan uzak, yalın ve ince bir mizahla örülmüş bir anlatıma ve çok daha açık bir erotizme sahiptir.
Stoker’ın İngiltere’ye geldiğinde gölgelerde saklanan Drakula’sı, Karanlığın Güçleri’nde yerini sosyeteye katılan ve hatta sosyete için partiler düzenleyen bir Drakula’ya bırakır. Sayıları artan Drakula’nın gelinleri, kurbanlarını baştan çıkarmaya devam ederken, kurbanları ise Stoker’ın Drakula’sının aksine bu baştan çıkarmaya karşılık verirler. Öyle ki, Stoker’ın bu uyarlamayı İngiltere’deki sansür yasalarından kaçmak için kullanmış olabileceğini düşünenler bile vardır. Ancak, de Roos, Stoker’ın romanlarında cinsel açıdan tahrik edici sahneleri kullanmayı şiddetle reddetmesi nedeniyle bunun pek mümkün olmadığını savunuyor. De Roos’a göre, 1908 yılında yazdığı bir yazıda cinsel dürtülerden kaynaklanan duyguların uzun vadede zarar verdiğini iddia ederek sansürü savunan Stoker’ın, Karanlığın Güçleri’ndeki erotik sahneleri yazmış olması düşünülemez. Asmundsson’un Stoker’la işbirliği yapmış ya da Drakula’nın yayımlanmamış ilk taslaklarından birini çevirmiş olması ihtimali daha akla yatkındır.
Gerçek ne olursa olsun, Karanlığın Güçleri’nin doğrudan bir çeviri değil, farklı bir bakış açısı sunan bir yeniden yazma olması, onu gotik edebiyat severler için cazip bir alternatif haline getiriyor. Asmundsson’un sadeleştirilmiş ve neredeyse modern bir bakış açısıyla kaleme aldığı Karanlığın Güçleri, vampir hikâyelerini sevenler için sürükleyici bir okuma, çeviri edebiyatı sevenler içinse çeviri, uyarlama ve yeniden yazma üzerine düşünmelerini sağlayacak mükemmel bir eser. Ama belki de en önemlisi, yayımlanmasının üzerinden bir asırdan fazla zaman geçmesine rağmen, eser hakkında hala yeni bir şeyler keşfediyor olmamız. Karanlığın Güçleri, biz edebiyat severlere, bir kitabın sadece sınırlı bir alan üzerindeki karalamalardan ibaret olmadığını, yarattığı ve içinde yaratıldığı bütün bir evren olduğunu hatırlatıyor.