Kültür mahkemede: Yerel politikalarının siyasi hesaplaşmaya dönüştüğü bir yargı dosyası

Binlerce sanatçının pandemi döneminde sahneyle buluşmasını sağlayan İstanbul Büyükşehir Belediyesi, bugün kültürel bir dayanışma modelini hayata geçirdiği için hakim karşısında

İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) yönetimine yönelik son dönemde art arda açılan soruşturmalar ve tutuklama kararları, yalnızca adli bir süreç olarak değil, yerel yönetimlerin kurumsal özerkliğine ve demokratik işleyişe dair ciddi soru işaretleri doğuruyor. Gözaltı ve tutuklama kararlarının çoğu idari tasarrufların suç sayılmasına dayanıyor. Hukuk çevreleri bu süreci, “yargı eliyle siyasi müdahale” olarak değerlendiriyor.

Tepki çeken dosyalardan biri ise, pandemi döneminde hayata geçirilen ve kültür çevrelerinden büyük takdir toplayan #İstanbulBirSahne projesi. İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu ve Kültür AŞ Genel Müdürü Murat Abbas’a yöneltilen suçlamalar arasında bu proje de yer alıyor.

İddiaların temelinde ne var?

İBB’ye yönelik operasyonun gerekçesi olarak “ihaleye fesat karıştırma” ve “kamu zararına neden olma” gibi suçlamalar gösteriliyor. Ancak iddialar, kamuoyuna yansıyan bilgiler doğrultusunda somut delillerden çok, gizli tanık ifadeleri ve dolaylı yorumlara dayanıyor.

Murat Abbas’ın yönettiği #İstanbulBirSahne projesi ise bu sürecin tam merkezinde yer alıyor. 2021’de başlatılan proje kapsamında, pandemi nedeniyle gelirini kaybeden müzisyenlere sahne imkânı ve maddi destek sunulmuştu.

Sanatı suç saymak

2021 yılı Mart ayında başlatılan İstanbulBirSahne, pandemi sürecinde işsiz kalan müzisyenlere ekonomik destek sağlamak amacıyla geliştirilen Türkiye’nin ilk yerel yönetim temelli kültür-sanat projelerinden biri. İBB Kültür AŞ tarafından organize edilen proje ile İstanbul’un farklı parklarında, meydanlarında ve kültür merkezlerinde yüzlerce açık hava konseri düzenlendi.

Her performans için sanatçılara 2.000 TL ödeme yapıldı. Toplamda 6.750 müzisyen destek aldı. Başvuru süreçleri tamamen dijital platformlar üzerinden yürütüldü. Katılım kriterleri şeffaf biçimde ilan edildi, ödemeler kamuya açık raporlarla takip edildi. Projenin amacı yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda psikolojik ve kültürel bir iyileşme süreci yaratmaktı. Müzisyenler, hem gelir elde etti hem de tekrar sahneyle buluşarak üretime döndü.

Murat Abbas, projeyi şu sözlerle tanımlamıştı: “Bu destek, sadece müzisyene verilen bir para değil; İstanbul’un sesini susturmamak için yapılan bir kültürel dayanışmadır.”

İstanbulBirSahne’nin yanı sıra “Müzik Yeniden”, “Açık Hava Film Geceleri” ve “Mahallede Şenlik Var” gibi etkinliklerle kentte kamusal alanı kültürel üretim alanına dönüştürmeyi hedefledi. Bu projeler, merkezi hükümetin bütçesiz bıraktığı bağımsız sanatçılar için bir can simidi oldu.

İstanbul’u sahneye dönüştüren insan

1969 yılında İstanbul’da doğan Murat Abbas, aynı Ekrem İmamoğlu gibi, İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi mezunu. Kariyerine finans sektöründe başlayan Abbas, kültür-sanat alanına yönelerek Türkiye’nin bu alandaki dönüşümünde önemli roller üstlendi. Özellikle Pozitif çatısı altında Türkiye’ye dünyanın en önemli müzisyenlerini getirerek konser organizasyonlarına imza attı. Daha sonra yöneticilik kariyerini Zorlu Performans Sanatları Merkezi (PSM)’de sürdürdü. Bu görevle yalnızca İstanbul’un değil, Türkiye’nin uluslararası kültür sanat takvimine dâhil olmasını sağladı.

Kültür-sanatın sadece büyük salonlara hapsolmaması gerektiğine inanan Abbas, kamusal alanları dönüştüren, sanatçıyı doğrudan halkla buluşturan projeleriyle öne çıktı. Onun döneminde İstanbul sokakları, parkları ve meydanları konser alanına, tiyatro sahnesine, açık hava sinemasına dönüştü.

Mesleki kimliğinin yanı sıra Abbas, müziğe olan tutkusuyla da tanınıyor. Özellikle caz, elektronik müzik ve deneysel türlere ilgisiyle bilinen Abbas, Türkiye’deki birçok müzik festivali ve uluslararası konserin kürasyon sürecinde aktif rol aldı. Boş zamanlarında müzik arşiviyle ilgilenmeyi, şehir gezileri yapmayı ve dünya festivallerini takip etmeyi seven Abbas, sahnenin arkasında olduğu kadar izleyici koltuğunda da yer almayı seven bir kültür insanı.

Yönettiği kuruluşlar, zaman içinde İstanbul’un ardından Türkiye’nin kültür-sanat yapı taşlarından biri haline geldi. Gerek yerli üretime destek vermesi, gerekse uluslararası kültürel diyaloğu artırması bakımından Abbas’ın çalışmaları bugün hâlâ geniş bir çevrede örnek gösteriliyor.

Abbas’ın görev süresince yürüttüğü politikalar, Avrupa kentleriyle kıyaslandığında daha sınırlı bütçelere sahip olsa da, sahaya etkisi ve kapsayıcılığıyla örnek niteliği taşıdı.

Kıyaslama zorunluluğu

Pandemi döneminde Avrupa ülkeleri, kültür-sanat sektörünü yaşatmak için tarihî nitelikte destek programları hayata geçirdi. Temel prensipleri doğrudan destek, şartsız gelir, sosyal güvence ve dijital üretimi teşvik olan bu modeller, kamusal kültür politikasının ne kadar güçlü olabileceğini gösterdi. İstanbul’un projesi ise bu geniş ölçekli modellerin yerel düzeydeki bir yansıması olarak ortaya çıktı.

Almanya: Neustart Kultur

Almanya, kültür-sanat sektörünü korumak amacıyla devreye aldığı “Neustart Kultur” programı kapsamında toplamda 2 milyar Euro bütçe ayırdı. Program, serbest çalışan sanatçılara ve kültürel işletmelere doğrudan mali destek sundu. Sanatçılara 5.000 ila 9.000 Euro arasında şartsız hibe verildi. Ayrıca dijitalleşme, prodüksiyon ve yaratıcı içerik üretimi için özel fonlar oluşturuldu. Bu programın temelinde “kültür bir kamusal ihtiyaçtır” anlayışı yer aldı.

Fransa: Intermittents du Spectacle

Fransa, sanatçıların sosyal güvencesi konusunda uzun süredir uyguladığı “intermittents du spectacle” sistemiyle dikkat çekiyor. Bu sistem kapsamında, dönemsel ve düzensiz çalışma koşullarına sahip sanatçılara, belirli sürelerde sahne alamadıkları zamanlarda bile sosyal sigorta desteği ve düzenli gelir güvencesi sağlanıyor. Pandemi döneminde ise Fransa, bu desteğin kapsamını daha da genişleterek bağımsız sanatçılara koşulsuz gelir desteği sundu. Fransa’nın bu yaklaşımı, sanatı her zaman “emek temelli bir meslek alanı” olarak konumlandırmasına dayanıyor.

Hollanda: Yerel proje fonları

Hollanda, kültür politikalarını merkezi ve yerel yönetimler arasında iş birliğiyle yönetti. Amsterdam, Rotterdam gibi büyük şehir belediyeleri, sanatçılar için proje bazlı hibeler oluşturdu. Özellikle Rotterdam Belediyesi, pandemi sürecini belgeleyen sanatsal üretimlere özel fonlar ayırarak sanatçıların üretimini teşvik etti. Hollanda modeli, yaratıcı ekonomiyi kamusal teşvikle yönlendirmeye dayalıydı.

İskandinav Ülkeleri: Katılımcı ve dijital odaklı modeller

Norveç, İsveç ve Danimarka gibi İskandinav ülkeleri, pandemi boyunca sanatçılara şartsız gelir desteği, çevrimiçi performans hibeleri ve dijital içerik üretim fonları sağladı. Bu ülkelerde sanatçıların sosyal güvenlik sistemine entegre olması sayesinde, kamu desteği süreklilik kazandı. İskandinav yaklaşımı, refah devleti ilkeleriyle kültürel üretimi bütünleştirme temeline dayanıyordu.

Avrupa’daki destek modelleri büyük ölçüde şartsız ve doğrudan hibe sistemine dayanırken, #İstanbulBirSahne projesi bu yaklaşımdan farklı olarak performans temelli bir destek modeli sundu. Sanatçılar, belirli bir sahne etkinliği gerçekleştirerek hem kamusal alanda kültürel üretime katkı sağladı hem de gelir elde etti. Bu yönüyle proje, yalnızca ekonomik bir yardım değil, aynı zamanda sanatçıyı üretken tutan ve kültürün halka ulaşmasını sağlayan aktif bir sosyal politika aracı olarak konumlandı.

Sanat ve siyasetin kesiştiği nokta

Ekrem İmamoğlu, Murat Abbas, yerel yönetim çalışanları, kültür profesyonelleri ve hatta gazetecilere yöneltilen suçlamalar; yalnızca bireysel ya da idari hatalarla açıklanamayacak kadar kapsamlı, eş zamanlı ve siyasal zemine oturmuş durumda. Özellikle kamuoyunun geniş kesimlerinin şeffaf ve toplumsal fayda odaklı bulduğu projelerin cezai soruşturmaya konu edilmesi, hukuk devleti ilkeleriyle bağdaşmayan bir sürecin göstergesi.

Sanat gibi ifade özgürlüğüne doğrudan bağlı bir alanda yürütülen kamusal projelerin, siyasi iklimin baskısıyla yargı aracılığıyla hedef alınması; yalnızca kültürel üretime değil, toplumun demokratik direncine ve kolektif hafızasına da zarar verir. Sanatçılarla halkı buluşturan, üretimi destekleyen, kültürel iyileşmeyi amaçlayan bir belediye projesinin “kamu zararı” kapsamında değerlendirilmesi, kamusal hizmet kavramının altını oymaktadır.

#İstanbulBirSahne gibi performans temelli, katılımcı ve kamusal alanı dönüştüren projelerin hedefe konulması, yalnızca bir yönetim anlayışına değil, kültürün yerel düzeyde güçlenmesine de açık bir müdahaledir. Avrupa’da benzer modellerin devlet tarafından ödüllendirilip örnek gösterildiği bir dönemde, Türkiye’de bu tür projelerin cezalandırılması; kültür-sanat üretiminin siyasal iktidarla uyumlu olmadığı sürece yaşama şansı bulamayacağını düşündürmektedir.

Sanat, her dönemde özgürlükle var olmuştur. Onu baskı altına almaya çalışan tüm siyasal rejimler, bir süre sonra toplumdan koptuklarını görmüştür. Bugün yargılanan yalnızca bir bütçe kalemi ya da ihale süreci değil; bir şehrin sesidir, bir toplumun sahnesidir.

Sanatın siyasallaşmasına karşı durmak, demokratik toplumun kültürel omurgasını korumaktır. Ve bu omurga bugün, İstanbul’daki bir sahneden başlayarak Türkiye genelinde ciddi bir kırılma tehdidiyle karşı karşıyadır.

Artilop olarak bu süreçte;

  • Şeffaf ve belgeli yargı modellerinin güçlendirilmesini,
  • Kültür-sanat politikalarının siyaset üstü tutulması gerektiğini,
  • Sanatçıların özgürce üretim yapabileceği zeminlerin korunmasını savunuyoruz.