Edebiyatta ve yazım stilinde sade, berrak ve anlaşılır bir üslup benimseyen Fransız kısa öykü yazarı Guy de Maupassant, eserlerinde kelimelerle çizdiği portrelerle çifte standartlı toplumları, derinlemesine kurgulanmış ironiler aracılığıyla eleştirir.
Guy de Maupassant, uzun zaman ve mekân betimlemelerindense, bazen insanların zihninde derin izler bırakmış tarihî olaylara, bazense kelimelerle fazla uğraşmayı gerektirmeyen ikiyüzlü insan doğasına yönelir.
Romanlarda sıkça rastlanan ve cevabı sayfalar boyunca arayan kurguların aksine, Maupassant öykülerine belirli ön kabullerle başlar.
Çizdiği toplum manzaraları genellikle güce tapan, ikiyüzlü ve materyalist bireylerden oluşurken; hikâyenin merkezine yerleştirdiği karakterler, bu yozlaşmış yapının içinde özgür iradelerini korumaya çalışan kişiler olarak belirir.
Ancak dürüstlüğü reddedip hayatı yalnızca kendi çıkarlarına göre şekillendiren, çifte standartlarının altında ezilen bu toplumun içinde özgür kalmaya çalışan karakterler, kaçınılmaz olarak türlü buhranlarla karşı karşıya kalır.
Bu durumu örneklemek adına Maupassant’ın Fransa-Prusya Savaşı sürecinde geçen kısa bir öyküsüne göz atalım: Boule de Suif ya da Türkçesiyle Toparlak.
Öykünün başkahramanı Elisabeth Russel, ya da lakabıyla Boule de Suif, kilolu olmasına rağmen erkeklerin ilgisini çeken bir hayat kadınıdır. Lakabının da ima ettiği gibi, tombul vücudu onun bu meslekteki şöhretine işaret eder.
Olay örgüsü, Elisabeth’in birkaç aristokratla birlikte aynı at arabasında yolculuk yapmasıyla başlar. Prusya kuvvetlerinin Rouen şehrini işgalinin ardından sivil halkı daha güvenli bölgelere taşımakla görevli olan bu araba, Maupassant’ın ironiyle işlediği temalara zemin hazırlar.
Elisabeth’le aynı vagonda bulunacaklarını öğrenen aristokrat kadınlar, hoşnutsuzluklarını fısıltıları ve beden dilleriyle belli etmekten geri durmaz. Öte yandan, Elisabeth’in ününün farkında olan erkekler, sohbeti yönlendirmek adına onun anlayamayacağını düşündükleri iş, para ve siyaset gibi konulara girerler.
Maupassant’ın duru ve öz anlatımı, açıkça ifade edilmese de Elisabeth’in tepkileri üzerinden onun burnu havada aristokratlara karşı ne denli tecrübeli olduğunu, bu tür muamelelerle sık sık karşılaştığını sezdirir. Ukala aristokratlar, yol boyunca Elisabeth’in cömertliği ve alçakgönüllülüğüne yalnızca sosyal statülerinin sağladığı mesafeyle yanıt verirken, öykünün ilerleyen bölümlerinde defalarca onun yardımına ihtiyaç duyar hale gelirler.

Elisabeth, zaman zaman yanında getirdiği yiyecekleri, yolların meşakkatleri nedeniyle aç kalan aristokratlarla paylaşırken; maruz kaldığı küçümseyici tavırlara rağmen gösterdiği cömertlikle okuyucunun kalbini kazanır.
Maupassant’ın hikâyede bıraktığı boşluklar, akla Derrida’nın Grammatology adlı eserinde ortaya koyduğu varlık/yokluk ikilemini getirir. Bu teori, kapsamlı biçimde incelenmesi gereken önemli argümanlar barındırsa da, özünde şunu ima eder: Varlık kadar yokluk da anlam üretir. Dikkatle bakıldığında, yokluk da en az varlık kadar hikâye anlatır. Ne de olsa, varlık hiçlikten doğar.
Maupassant, öykünün alt katmanlarına işlediği bu derinlikte, Elisabeth’in sessizliğine—yani aristokrat muamelesi karşısındaki tepkisizliğine—varlığının üstünde yüklem işlevi kazandırır. Kısa öykünün ustalarından biri olarak, hikâyede bıraktığı boşlukları, protagonistinin karakteri ve motivasyonları hakkında güçlü ipuçları sunmak için kullanır.
Öykünün sonlarına doğru, Elisabeth’in kim olduğunu bilen bir Prusya subayı, aristokratları taşıyan arabayı durdurur. Onları serbest bırakmak için yalnızca tek bir şart koşar: Elisabeth’in kendisiyle birlikte olması.
Yol boyunca Elisabeth’i küçümseyen, fakat onun cömertliği karşısında mahcup düşen aristokratlar, bir kez daha onun ellerine muhtaç kalır. Bu noktada, hikâyenin başından beri aşağılamaktan çekinmedikleri mesleği—hayat kadınlığını—onaylamak için ellerindeki tüm ikna ve manipülasyon tekniklerini devreye sokarlar. Bir anda, daha önce yüzlerine bile bakmadıkları bu meslek, onlar için makbul ve hatta saygıdeğer hale gelir.
Toplumun temsilcisi konumundaki bu aristokrat grup, ikiyüzlülüklerini açıkça sergiler.
Peki, Elisabeth?
Bunca hor görülmeye, araçsallaştırılmaya rağmen, bu insanları kurtarmak adına ismini bir kez daha kirletir mi?